25 Mayıs 2007

25 mayıs havlu gününüz kutlu olsun :)

bugün 25 mayıs havlu günü.. douglas adams anısına, birer havlu eşliğinde kutluyoruz :)

konu ile ilgili detayları geçen sene girdiğim postdan alabilirsiniz:

havlu günü

24 Mayıs 2007

küçük insanlar

küçük insanlar vardır bilirsiniz
fiziksel olarak küçüklükten bahsetmiyorum tabii ki,
kişilik olarak küçüktürler..
birilerine yaranmak zorunda hissederler kendilerini daima,
kraldan çok kralcılardır,

kendilerini kaptırırlar kralcı olurken, sınırlarını aşarlar fazlasıyla
tabii bir de "her devrin adamı"dırlar..
küçük olduklarını umursamadan insanlara saldırırlar,
iftira ve hakaret en önemli silahlarıdır,
akılları sıra çirkeflikle üste çıkacaklardır..
ama sonuçta onlar "küçük insanlardır"
bilirsiniz hepiniz..
etrafınızda vardır mutlaka küçük insanlar
Bir Yerde Küçük İnsanların Gölgeleri Büyüyorsa Orada Güneş Batıyor Demektir

küçük insanlar üzerine bir alıntı:

Küçük insanlar... Büyük gölgeler...

“Küçük insanların büyük gölgeleri olur bazen”...
Ve o gölgeler, bir süre ‘gerçekmiş’ gibi algılanır!..
Göz yanılması bir ‘ilizyon’dur yaşadığımız...
Bazıları ‘gerçek’ sanır!..
Bazıları anlar işin ‘yalan’ olduğunu da çözemez bir türlü sırrını...
Kimi, farkına varır bunun, söylemez sadece...
Cesareti bulamaz söyleyecek kadar...
“Gölgeyle” selamlaşır!..
Ayağını ‘gölgeye’ göre denk alır!..
Kimi, farkına dahi varmaz, ‘küçük insanlara’ sunar ‘büyük’ hürmetlerini!..
Kimi bilir, bekler sadece...
Bekler...
O günü...
Gölgenin kaybolacağını bilerek...
***
Kimi ‘insan’, kendini ‘gölgesi’ sanır sadece...
O’nu yaşar!..
Aldanır!..
“Ne kadar büyük insanmışım” diyerek, kendi yalanlarına kendisi kanar önce...
Kocaman gölgesine, önce, kendisi sığınır...
Küçük insanların büyük gölgeleri, geçicidir ama...
Ne zaman ki ‘güneş’ vurmaz üzerine, ne zaman ki ışık çevirir yönünü bir başka güzelliğe... Ne zaman ki ‘gerçekleri’ aydınlatır sadece...
Ne zaman ki ‘rüzgar’ kocaman
gölgeleri sürüklemez de tam karşısına alır...
Rüzgara karşı yürüyemez, ne küçük insanlar... Ne de kocaman gölgeleri...
Ve çok iyi bilinir ki, her ‘gölge
oyunu’nun vardır bir ‘son’ perdesi!..
Zil çalar...
Işıklar kapanır...
Küçük insanların gölgeleri kaybolur, an gelir...
Kendileri kalır...
Küçücük...
İnsanlar...
Ve fark etmezsiniz!..
Kaybolurlar, yok olurlar, silinirler
sessizce...
Aman dikkat ediniz ne olur,
basmayınız üzerlerine...
Bırakınız, yaşasınlar ‘gölgeleri’ olmadan da...
Yaşasınlar, hak ettikleri kadar ‘değer’ bularak...
Yaşasınlar, ‘gölgesiz’ gerçeklerini...
Çırılçıplak!..
Çıkarsız!..
Yalansız!..
Ve hak ettikleri kadar, sadece...
***
Lütfen bir bakınız çevrenize, alıcı gözle bir bakınız...
İyice düşününüz...
Ve seçiniz onları birer birer...
Gölgeleri büyük, küçük insanları...
Evet, görebilirsiniz!..

Cenk Mutluyakalı
kaynak: http://www.yeniduzengazetesi.com/printa.php?col=1&art=3859

boğa güreşi


ilahi adalet... keşke her zaman yerini bulsa...

boğa güreşleri insanların uyguladığı vahşetin en önemli örneklerinden. Bir arena/stadyum dolusu insan "matador" denilen şahsiyetin olan biten hakkında bir fikri olmayan zavallı başka bir canlıyı yavaş yavaş, acı çeke çeke öldürmesini izler ve bundan haz alır..
bu vahşette tarafım... boğadan yana...

fotoğraf: http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/GaleriDetay.aspx?cid=2276&p=13&rid=2

21 Mayıs 2007

bir kitap: Amithãra - “Mina’nın Çığlığı”


İlk defa bir arkadaşımın/tanıdığımın kitabı yayımlandı.
Künyesi:
Amithãra - “Mina’nın Çığlığı”
Neşe Günfer BİLGİN
Arion Yayıncılık
Mart, 2007

Geçen hafta başında alıp, okumaya başladım.. Şu ana kadar yarısına gelebildim. Kitabı bitirince belki ayrıca tekrar yorum yazarım ama okuduğum kadarıyla oldukça sürükleyici, anlatım dili güzel, başarılı bir kitap..
RPG'de başarılı bir oyuncu olduğunu bildiğim bir yazarı olduğu için, kurgusunun sağlam ve güzel olmasına hiç şaşırmadım..
Fantastik kurgudan hoşlanıyorsanız, atlamayın, okuyun derim..
"Gerçekliğin acı ninnisi uyutmaya çalışırken insanlığı, fantastik bir masalın dizeleri uyandırabilir sadece, farklılığı yaratacak olanları. Uyanmak isteyenlere..."

Kitapla ilgili birkaç link:
http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=148544
http://www.arionyay.com.tr/YENI.HTML
http://www.ilknokta.com/V2/Pg/MetaDetail/Number/39188.htm
http://kitap.antoloji.com/kitap.asp?kitap=245930

çirkeflik

cumartesi akşamı galatasaray-fenerbahçe maçı vardı.. maçı izlemedim, spor programlarını filan da takip etmedim.. maç sırasında bulunduğum mekanda izlenen maça, arada uzaktan göz ucuyla baktım..
bu maçta yaşananlar tek kelimeyle tarif edilebilir: çirkeflik
bir galatasaraylı olarak utandım.. her ne sebeple olursa olsun, ne türlü bir kışkırtma, ne türlü bir amaç olursa olsun o gün tirübünde olanların haklı bir sebebi olamaz..
çok ağır bir ceza verilmesi, bu cezanın arkasında durulması ve bundan sonra da takım ayrımı yapılmaksızın bu cezaların uygulanması gerekmektedir...
hazımsızlık kötü bir karakter özelliğidir...

08 Mayıs 2007

Fok vardı, bir de kuş

"Alkoller aldım bu gece" Atilla Atalay'ın "Fok vardı,bi de kuş..." hikayesinin harika cümlesidir.. içki içerken sık sık tekrarladığım cümledir aynı zamanda.. zaman zaman okuyup, bolca güldüğüm güzel hikaye:
Bi cümle kurucam ama.. yani aslında beynimde kurdum da, asıl sorun söylemekte... Kim bilir nasıl konuşuyorum.. Susayım en iyisi.. Birileri bana bakıyo mudur acaba? Her neyse, onlar kendilerine baksınlar; herkes kelle.. Alkoller aldım bu gece.. Onlar ki üç bağlı karbon atomuna bir ya da daha fazla hidroksil grubunun bağlanmasıyla nitelenen bileşiklerdir.. Ulan nerden geldi şimdi bunlar aklıma. Elalem unutmak için içer, ben niye lise son kimya bilgileri dahil tuhaf şeyleri hatırlarım...

Ve fakat Sedat nerde? Ben buraya onunla bir şey konuşmaya geldim, nitekim konuştuk da.. sonra o burdaki arkadaşlarına daldı.. ben sıkıntıdan alkoller içtim. Şimdi yerimden kalkıp herifi arayacak gücüm yok.. hayır kalkarım kalkmasına da.. Yok ama, kalkamam.. Her neyse, şimdi cümle tamam, kurdum onu.Yanımdakilere Sedat nerede diye soracağım. Fakat hedefi doğru saptamak gerek. Yakın çevremde aynı gözlük çerçevesi ve saç traşına malik beş adam var (sıfır ense traşı, yarım çerçeve ince beyaz gözlük) Bunlardan biri Sedat'ın arkadaşıydı... Keşke ayıkken üstüne işaret falan koyaydım. Hangisiydi... Konuşmalarından bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. Bi tanesi Akdeniz fokları üzerine bi belgesel çekip TRT2’ye satmayı planladığını anlatıyor. Bu diil... Bir daha karıştırmamak için fokçu adamın ayakkabılarına baktım. Kahverengi süet. Evet, fok belgeselcisini ayakkabısından beynime işaretleyip Sedat'ı soracağım insanlar listesinden attım. Fokçunun karşısındaki kendi gibi olan adam "şimdilerde gece kuşu formatında riıl taym, yolk şov çok reyting alır, dimi foklara şeettirmezsem... Salak dörtgöz. Gitti mi? Yok, hala burda. Ayakkabısından tanıdım, galiba...

Sedat'ı bulucam, o barmene bi kahve söyliycek, sonra taksiye götürecek beni, gazlayıp kaçıcam buralardan.. Yazık ki şu anda bunları tek başıma yapabilecek teknolojiye sahip değilim.. Nasıl sarhoşum.. Oysa, şuradaki foklardan kuşlardan daha usturuplu bilirim ben içmeyi.. Pirinden öğrendim, dayımdan.. Zarhoş Zeki'den.. Onüç yaşındaydım.. Alabildiğine yeşil, kocaman bir bahçedeydik.. Birileri, birileri daha. Dayım, bağdan henüz topladığı üzümleri derede yıkarken suda buğulanan rakı şişesini gösterip sen hiç rakı içtin mi yeğenim dedi. Sofradayız, sonra... Zeytinyağlı fasülyeler, peynirler, patlıcan kızartması.. İlk rakımın ilk yudumunu aldım. Öyle güp diye atmak yok, dedi. "Önce zeytinyağlı yiyip altlık yapacaksın. Rakıyı terbiye eden zeytinyavı. Arkasından peyniri, salatanı lokma lokma.. Ardından bi yudum su, sonra aslan sütü. Yoksa ölüyon zannedersin, rakı dünyayı dae edüverü adam. Hadi bakyın..."

Olmadı ama.. Sofrada dayımın arkadaşlarından biri "Hasta kalbimde yanan derdi niçin anlamadın.. Seni Leyla diye sevdiydim, siyah gözlü kadın" şarkısını söylerken, hayatımda içtiğim ilk rakı etkisini gösterdi.. Hüngür hüngür ağlamaya başladım.. Durduk yere o şarkı benim oldu.. Henüz siyah gözlü bir kadın yokken, ben onüç yaşımdayken.. Ağladım işte..

Sedat nerde peki? Söylediğine göre başından beri oradaymış. Bulunduğum taburede biyerlere giden benmişim. O yanıbaşımda oturup duruyomuş. Arada bir bana seslenmiş, duymamışım bile. Bir de sürekli ayakkabılarına bakmışım, buna bir anlam verememiş. Gülerek sürdürdü, sol yanımdaki adama fok taklidi yapmışım sonra... Derken bilmediği bir şarkı mırıldanıp ağlamışım. Suç bende abi, dedi Sedat.. "Aç karnına götürmeyecektim seni o bara.. Paşa paşa yemeğimizi yiyip sonra kutlıycaktık doğumgününü... Hem daha karı kız işimiz vardı... Hızlı gidip sakatladın kendini. Bana bak lan, zaman öylesine geçip gidiyo tripleri mi yoksa? Sahi kaç yaşında oldun sen şimdi?" Akşamdan kalma kırmızı gözlerimi ayakkabılarına dikip “dün gece onüç oldum" dedim. "Farkındayız, dün gece fok da oldun sen zaten"

Bu hikaye ve Atilla Atalay'ın diğer seçme hikayeleri için kaynak: http://www.atillaatalay.netfirms.com

Uriah Heep - Sympathy

Uzun zamandır dinlemediğim, özlediğim grup.. Genelde Lady in Balck parçaları ile bilinirler.. Ama benim en sevdiğim parçaları Sympathy'dir.. Dün akşam youtube'da gezinirken karşıma çıkınca aklıma geldi.. dinledim yine, güzel oldu :))

2001 yılında çaldıkları hali ile:



1977'deki versiyonu tercih edenler için de:

http://www.youtube.com/watch?v=wPyNdwfYDDo

istiyorum.. (yeni oyuncak)

bu oyuncaktan istiyorum :))

04 Mayıs 2007

istatistik dehası

son zamanlarda beni en çok güldüren videolardan birisini sizinle paylaşmak istedim:



savaştan yeni çıkmış, yeni kurulmuş Atatürk Türkiye'si ile günümüz Türkiye'si karşılaştırılıyor.. bu kadar da olmaz dedirten, ama bir o kadar da güldüren istatistik dehası ürünü... siz de izleyin, siz de eğlenin..